“Kürdistan”‘ı Kurmanın Dayanılmaz Cazibesi

6 02 2007

Biz kurduk. Kendi ellerimizle. Bize kurdurdular. Biz besledik, aydınlattık, harçlıklarını biz kazandırdık.

Peşmergeler, Kuzey Irak’a yapılan sınır ötesi operasyonlarda tıkama görevi bile yaptılar bir zamanlar bizim namı hesabımıza. Biz teröristleri kovalardık, onlar da kaçış istikametlerine tıkama yaparlardı.

Yersek.

Yedik ve hala yemeye devam ediyoruz.

Hiçbir operasyonda bizden kaçanların peşmergeler ile çatıştığını veya zayiat verdiğini görmedik, duyduk. Kendi beyanlarından, o kadar.

Biz yine de yedik.

O zaman ne kadar iyi tıkama yaptıklarını, bu gün sayıları binlerle ifade edilen PKK mevcudiyetinden anlıyoruz.

Ovacık yerine Habur sınır kapısını açtık, zengin oldular.

Gözlerinin önünü aydınlatan elektriği biz verdik. Kendi milletimizin ödediğinin yarı fiyatına hem de.

Zıkkımlandıkları her domatesi, ekmek yaptıkları unu biz verdik.

Binalarını yollarını biz yaptık, hava alanları inşa ettik onlar için.

Yüz yirmi tane Türk(?) inşaat firması orada hala çalışıyor.

İçtikleri suyun her damlasını, oluk oluk akıttıkları Türkmen kanını görmeksizin biz verdik.

Yaşam alanında tuvalet kültürü bile olmayan bir aşiret ağası, Türk pasaportu ile uçtu dünyanın her yerine, adam yerine konularak.

Saddam’dan kaçtıkları zaman biz kucak açtık. Yemek verdik, yatacak yer ve her ne kadar kullanmayı bilmeseler de tuvalet verdik onlara en insanî ihtiyaçlarını karşılasınlar diye.

Şimdi bize meydan okuyorlar.

Polis timlerimizi katlettiler, askerlerimizin başına geçirilen çuval için yardım ve yataklık ettiler.

Tüm dünya, bu olayların yaşandığı günün sabahına uyandığında, Zaho, Erbil, Dohuk’ta, yaşatılan tüm bu aşağılanmalara cevap vermek üzere Türk ordusunu görmediği için, bu gün aşiret ağası meydan okuyor.

Memleketin orta yerinde yanan kandillerini söndürüp, seslerini kesmediğimiz için bu gün aşiret ağasının yanaşmaları Türkiye’de Türkiye’ye meydan okuyor.

Peki, biz bütün bunları yaparken ve esas yapmamız gerekenleri yapmazken Amerikanın veya başka ülkelerin bölge üzerinde ne tür hesapları olduğunu, dünya petrol piyasasını ve petrol sağlayan ülkelerin gelecekteki muhtemel politikalarını, “A”, “B”, “C”, “D” hatta “Z” senaryolarını ve bu senaryolara uygun ulusal politikaların neler olması gerektiğini hesapladık mı?

Veya yönetenlerimizin bu tür bir yetkinliği var mı?

Bin kere söyledik yine söyleyelim. Bu Kürdistan bu adamlara lâzım kardeşim. Kürtlerin bağımsızlığı, ezilmişliği, yaşayacakları demokratik ve özgür hayat Amerikanın umurunda bile değil.

1) Suriye, İran, Irak, Türkiye, Rusya beşgeninde sadece Amerikan çıkarlarına hizmet edecek bir tampon bölge olduğu için.

2) Büyük İsrail hayallerinin en önemli adımı olacağı için.

3) Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Rusya’nın İran ile muhtemel bir yakınlaşmasını önleyerek halen üçte birini aldığı Basra petrolleri üzerindeki payını korumak veya daha pahalıya mal olmasının önüne geçmek için.

4) Kıbrıs’ın tamamına sahip olma hayalleri güden AB karşısında, Basra körfezi ve Doğu Akdeniz üzerinde söz sahibi olma serbestîsini kaybetmemek için.

5) Gelecekte dünyanın en büyük sorunu olacak olan su ve diğer doğal kaynakların paylaşımı ile ilgili söz sahibi olabilmek ve bu sözün teminatı olması için suyun en fazla bulunduğu yerde caydırıcı güç sahibi olabilmek için.

6) Petrolün maliyet fiyatının, diğer alternatif enerji kaynaklarına göre ucuzluğuna ve üretiminin kolaylığına rağmen, bir gün kaçınılmaz olan alternatif enerji kaynaklarına yönelindiği zaman, dünyanın en zengin ve en kritik maden yataklarının olduğu bölgede güç sahibi olabilmek için.

Şu andaki petrol kaynağı olan Suudi petrollerine ve Chavez’in Venezüella’sına karşı yeni bir petrol sağlayıcısı alternatifi yaratabilmek için.

Bundan sonra BOP adına yapılacak yeni demokrasi taşıma savaşlarının en merkezi üs bölgesi olarak Irak’ı rahatça kullanabilmek için ve daha sayılabilecek birçok sebepten dolayı BU ADAMLARIN IRAKIN BÖLÜNMESİNE VE BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’A İHTİYAÇLARI VARDIR.

Ve en önemlisi; bizim üretimden veya ihracattan kazanmaya çalıştığımız hazine gelirini, savaş endüstrisinden temin etmek için bu savaşlara ihtiyaçları vardır.

1991 yılında yapılan körfez savaşının bilânçosu, Amerikan hesaplarına 11 milyar doları petrol gelirinden ve 49 milyar doları da silâh ve savaş endüstrisinden olmak üzere 60 milyar dolar kazanç olarak geçmiştir.

Biz ise bir daha asla dışarı çıkaramayacağımız çekiç güç için üs bölgesi haline getirdiğimiz ülkemizden kalkan amerikan helikopterlerinin, Kuzey Irak’ta buluna PKK kamplarına attıkları yardım paketlerini, o yıldan sonra yakalanan veya ele geçen teröristlerin üzerinden daha bir sıklıkla çıkmaya başlayan M–16 piyade tüfeklerini, operasyon bölgesinin orta yerinde uçan CH–47 helikopterlerini ve daha sonra sır olup kaybolan terörist grupları konuşup küfürler etmeye devam ettik.

Biz en azından küfredebiliyorduk. Ya bu durumun müsebbipleri?

Şimdi ise artık hedeflerine ulaşma yolunda son düzlüğü koşan Amerikalılar ve onların taşeronları için Her şey biraz daha kolaylaşmıştır. Bir zamanlar konuşulması bile vatana ihanet sayılabilecek şeyler artık televizyon kanallarında referandumlara sunulmaya başlamıştır.

Amerika’nın Irak’ı üç parçaya bölerek bağımsız Kürdistan’ı himayesi altına alması bölgede devamını plânladığı savaş senaryoları için yeterli bahaneyi oluşturacaktır. Bu sırada Kürdistan için en büyük engel olarak görülen Türkiye’nin bu sinirleri alınmış ruh hali, içerde çıkması muhtemel bir dizi bölücü, ayrılıkçı ayaklanmanın bir ayrışmaya yol açması ihtimalindense, bağımsız Kürdistan’a razı olması için yeterli kamuoyunu oluşturacaktır.

Hesap bunun üzerine kurulmuştur ve bu süreç, devamında sınırlarımız içinde bir ayrışmanın tetikleyicisi olabilme serbestîsini elinde bulunduran ABD destekli Kürdistan’ın, bu tür bir politika izlememesi için istedikleri her tavizin Türkiye tarafından verilmesi keyfiyetini doğuracaktır.

Bu tavizlerin sadece sınırlarımız dışında ki Kürt varlığı ile ilgili olacağını düşünmek ise saflıktan veya cahillikten de öte ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Bunun sinyallerini, sesleri kulaklarımızı tırmalayan hainlerin daha şimdiden dillendirmeye başladıkları imtiyaz taleplerinden anlamak hiçte zor değildir. Vakıflar yasasının değişikliğe uğramadan önceki haliyle geçmesi için yapılan talepler, yerel yönetimler yasası gibi doğrudan bölünmeyi getirecek düzenlemeler, en son çıkarılan petrol yasası, kamunun ileride sergilemesi muhtemel direncin maddî dayanaklarını yok etmek için eşi benzeri olmayan düzenlemelerdir.

Geleceğe yönelik tedbirler sadece bunlarla da bitmemektedir. Yapılan özelleştirmeler ve yabancı firmalara tanınan akıl almaz ayrıcalıklar sayesinde ülke genelinde, toplam yüz ölçümün yedide biri oranında bir alanda maden arama veya işletme ruhsatı yabancı firmalara verilmiştir.

Bankaları ve diğer büyük işletmeleri saymaya gerek yok dilimizde tüy bitti zira. Ülkeler para ile savaşırlar, varlıklarını kendi öz sermayelerinin sağladığı gelirle korurlar. Asker maaş almadan savaşır, ama aç iken savaşamaz. Gece görüş sistemlerini, dost düşman ayırma sistemlerini üretmediğiniz, bilgi sağlayan uydulara sahip olmadığınız, daha kötüsü bunları sağlamak için tek kaynağa bağımlı olduğunuz uçakları uçuramaz onlarla savaşamazsınız.

İşte aslında gün be gün verilen tavizlerle sabırla beklenen şey bu savunma refleksinin tamamen yok olmasıdır. Sonrası malûm, biz bu filmi bütün Türk tarihi boyunca birkaç kez görmüştük.

Bizim zevat hala milleti uyutadursun, elin aşiret ağasının yani Talabani’nin partisi olan KYB’nin sözde Ankara Temsilcisi Behruz Galali bile aynen şunu demektedir;

“Politikacılarımız biliyor ki şu anda bu hale gelmedik. Diyelim yarın devlet olduk; Türkiye, İran, Irak, Suriye sınırı kapatır. Sonra biz ne oluruz, nasıl yaşarız. Türkiye’nin buna destek vermesi lâzım. Devlet sadece isim demek değil. Devlet ekonomi, siyaset, dış ilişkilerle ilgilidir. Ama tekrar ediyorum, imkânım olsa yarın devletimi kurarım.”

Bu manzaraya baktıktan sonra “Irak’ın bütünlüğü bizim için önemlidir” türünden diplomatik efelenmelerin sadece sözde kalmaması gerektiğini, bunların izlenecek olan “MİLLİ DEVLET POLİKALARI” ile de desteklenmesi gerektiğini, aksi halde boş lâftan veya ikrardan başka bir rol oynamayacağını söylersek, kesinlikle yanılmış olmayız.

Kürdistan’ı kurmanın dayanılmaz cazibesine kapılmış olan sözüm ona stratejik dost ve müttefiklerimize karşı, vatanını ve milli çıkarlarını savunmanın vazgeçilmez ağırlığı ve mecburiyeti ile hareket etmek, buna göre politikalar üretmek gereklidir. Aksi ancak başkalarının çıkarlarına hizmet olarak tanımlanabilir.

Bizi yönetenlerin politik bakışlarını “Türkiye’yi cazibe merkezi haline getirmek” takıntısından kurtarıp, lâyık olduğu biçimde “DÜNYANIN SİKLET MERKEZİ HALİNE GETİRMEK” olarak değiştirmeleri gerekir.

Çünkü her fırsatta atıf yaptıkları ve belki de öykündükleri Osmanlı dâhil tarihteki tüm Türk devletleri ve devlet adamları, yıkılış dönemlerindeki istisnalar hariç daima bu açından bakmışlar ve politikalarını buna göre oluşturmuşlardır.

Eğer bu şekilde devam edersek; Türkiye dünyanın sıklet merkezi değil, olsa olsa Amerikan askeri harekâtlarının sıklet merkezi olacaktır.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

OKTAY YILDIRIM
06-02-2007


İşlemler

Information

Yorum bırakın