IRAK,IRAK KALIR;DAHA YAKINDAN BAŞLAYALIM

18 04 2007

                İki ucu açık bir yüksek gerilim hattını çıplak elleriyle tutan bir adamın, şalteri indirebilmek için trafo kutusuna yürümesine benziyor Irak’a operasyon.       Elde kablolar, zangır zangır titreyerek yürümeye çalışıyor adam. Yol engebeli düşüyor kalkıyor ama inat ve ısrarla şaltere doğru yürüyor. Çünkü etraftakiler “şalteri indir, tek çare bu” diye bağırıyor.
                  Aslında ilk önce elindeki kablolardan kurtulması gerek, ondan sonra da başkalarının canını yakmasın diye şalteri indirmesi gerek, daha sonra ise tarihten ders alabiliyorsa eğer( hoş, tarihten ders alabilseydik bu güne kadar almış olurduk ya bir umut işte yazıyoruz) başkasına ait olan ve başına bir sürü dert açan bu trafoyu, elektriğini bir daha kullanmamak üzere ortadan kaldırması gerek, ama süreç tersten işliyor. Adam şaltere giderken yolda ölebilir. Çok ağır bir şekilde yaralanabilir, bazı uzuvları gövdeden kopabilir. Bu kadar tehlikeli bir süreçtir bu.
DEVAMI
  





Abdülhamit’in İl İl Petrol Haritası

15 03 2007

 Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’nce basılan “Osmanlı Döneminde Irak” isimli kitapta II. Abdülhamit döneminde maden mühendisi Paul Groskoph’a yaptırılan petrol araştırmasının raporları ve haritaları yayımlandı. Musul, Kerkük, Bağdat ve Erbil’de gösterilen petrol yataklarının yanı sıra Diyarbakır, Mardin, Bismil, Siirt, Hakkâri gibi bugün Güneydoğu Anadolu sınırları içindeki petrol yatakları da tespit edilmiş.
Bundan tam 106 yıl önce Sultan II. Abdülhamit, Hazine-i Hassa’dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkararak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girilmesi için emir verdi. Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat çevresinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi, çalışmalarını 22 Ekim 1901’de Sultan II. Abdülhamit’e rapor olarak sundu. Dağlardaki petrolYakın zamana kadar içeriği hakkında pek fazla bilgi sahibi olunmayan “Sultan’ın petrol haritası”, Güneydoğu Anadolu illerinde de petrol bulunabileceğini gösteriyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri belirlediklerini belirtiyor.
Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek gezerek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da isimlerine kadar raporda anlatıyor. Groskoph, Hakkâri, Bingöl, Siirt dolaylarında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu kaydediyor.
Dicle Nehri kıyısında suların yükselmesi nedeniyle bazı noktalarda yeterli araştırmayı yapamadıklarını da raporuna ekleyen Groskoph, nehrin kıyısı dışında, Dicle’nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş.
Yine de o dönemin teknik imkânları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılmasının zorluğuna değinerek, aynı zamanda bu yüksek dağlardan petrolün taşınmasının maliyeti artıracağına dikkat çekiyor.
Bitlis Çayı kıyısıGüneydoğu Anadolu’nun tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir bölümünü kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Botan Çayı etrafı, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri’de (Çölemerik) önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.Petrol araştırmaları buralarda yapıldıİşte Musul ve Bağdat havalisinde Dicle-Fırat nehirleri havzasında yapılan petrol araştırmalarının yerlerini gösteren harita ve il il liste:İŞTE O YERLER:

1 Diyarbakır
2 Mardin
3 Bismil
4 Hazro çayı
5 Sinan
6 Batman çayı
7 Dicle
8 Midyat
9 Bedran
10 Bitlis Suyu
11 Tulan
12 Siirt
13 Botan Çayı
14 Habur
15 Fındık
16 Cizre
17 Dehuk
18 Zaho
19 Habur Çayı
20 Çölemerik (Hakkâri)
21 Ahmediye
22 Bisan
23 Alkuş
24 Akra
25 Büyük Zap
26 Revanduz
27 Musul
28 Karakuş
29 Nemrut
30 Küçük Zap
31 Erbil
32 Köysancak
33 Altınköprü
34 Şargat
35 Hamrin Dağı
36 Kerkük
37 Taşhurmatı
38 Tavuk
39 Karadağ
40 Süleymaniye
41 Karadağ
42 Aksu
43 Tuzhurmatı
44 Kefri (Salahiye)
45 Deli Abbas
46 Tikrit
47 Samarra
48 Haso Çayı
49 Narib Suyu
50 Diyale Suyu
51 Ramadi
52 Felluce
53 Mendeli
54 Bakuba
55 Kâzımiye
56 Bağdat
57 Museyyeb
58 Hılle
59 Kerbela
60 Hit
61 Fırat
62 Anah
63 El-Kadim
64 Ebu Kemal
65 Meyadin
Irak’ta Osmanlı’nın şefkat izleri.Başbakanlık Devlet Arşivleri’nin hazırladığı “Osmanlı Döneminde Irak” kitabı, Osmanlının imar ve bayındırlık çalışmalarına verdiği önemi plan ve belgelerle gözler önüne serdi.SANCAKTAR  





Milli Duyarlılık Neden Köreltilmek İsteniyor?

13 03 2007

Dink cinayeti ; Türkiye üzerinde hesap yapanların ,iç gerilimi artırarak,ortak yaşam refleksini zedelemek isteyenlerin belirlediği bir siyasal denklemdir. Türkiye’nin yakın geleceğine yerleştirilmeye çalışılan oyunun ilk perdesi olarak tasarlanmıştır. Buna göre 21.Yüzyılda yeniden yaşanan emperyalist çağın hedef ülkeleri arasında bulunan Türkiye’nin öncelikle iç uyumunu zayıflatmak ilk adımdır.Aslında bu durum stratejinin altın kurallarından biridir.Hedef seçtiğiniz unsurun öncelikle ağırlık merkezini keşfetmeniz ve ardından da öncelikle bu merkezi zayıflatmanız stratejinin vazgeçilmez ve tanıdık eylemidir.

Türkiye’nin ağırlık merkezi milli kültür sentezidir.Bu sentez ; Mustafa Kemal Atatürk’ün tarif ettiği gibi

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” sözünde saklıdır.Bu söz dışlayıcı değil kapsayıcıdır.Bu söz Anadolu’nun coğrafi,tarihi,kültürel birikiminin tarifidir.Ve bu söz Anadolu’nun emperyalizme karşı verdiği mücadelenin adıdır.80 yıl sonra emperyalizm yeniden sahnededir.Bu defa topla tüfekle değil,zihinleri işgale uğratarak,bulanıklık yaratarak ve daha donanımlı olarak yine bu toprakların insanını,değerlerini hedef almıştır.

Özellikle son 10 yıldır gerçeklerle geniş halk kitleleri arasında çekilen sis perdesine rağmen ,durdurulamayan,önlenemeyen ,yeterince köreltilemeyen milli duyarlılığı zayıflatmak ve hatta büsbütün dağıtmak için yeni hamleler tasarlanmıştır.

Bu amaç adına Dink cinayeti üzerinden hesap yapılmıştır.Milli duyarlılığı büsbütün dağıtmanın oyunu sergilenmiştir.TV ekranlarında cinayetle bağ kurmaya çalışılan kavramlar bu ülkenin varlık nedenleridir.

Milliyetçilik/ulusalcılık kavramları aşağılanmış,ülkenin karşı karşıya kaldığı tehditleri tanımlamanın neredeyse yasaklanması istenmiştir.Ülkenin yitirdiği bağımsızlık ruhu yeniden yeşermemesi için ve yitirilen değerlerin neden, nasıl, kimler eliyle kaybedil diğinin açıkça söylenmemesi için yoğun çaba sarfedilmiştir.Bu konuda daha ileri gidenler olmuştur.

TV ekranında Dink cinayeti sonrası isminin önünde Prof.ünvanı taşıyan bir zat

“Türkiye’ye evrensel bir iradenin el koyması gerekir” diyebilme cüretini göstermiştir.Anlaşılan bu zatın arzuladığı Irak’a el koyan evrensel iradedir! Aslında istenilen şey ; ülkenin geleceğine ipotek koyanların oyununun bozulmamasıdır.Böylece hem sömürü düzeni sürdürülecek hem de emperyalizm için yeni kar alanları yaratabilmek adına ufalanmış,küçülmüş bir Türkiye kurgulanacaktır.Buna göre bilinmelidir ki; bu gün milliyetçilik , ülkeyi iç ve dış sömürücü ahtapot kollarından kurtarmak isteyenlerin ülküsü olduğu için hedeftedir.

Son günlerde sahnelenen bir başka yeni oyun, milliyetçilik ile ulusalcılık kavramları üzerinden yeni uzlaşmaz çelişkiler üretmektir.Soğuk Savaş saflaşmasından çıkar sağlayanların hazmedemedikleri şey, bu toprakların çocuklarının Türkiye söz konusu olduğunda bir araya gelebilme iradesini göstermesidir.

Bugün yaşanılan saflaşma; milliyetçilik-ulusalcılık kavramlarında değil , milli-gayri milli ayrımında,Türkiye’den yana olanlarla karşı olanların siyahla beyaz kadar netleşmiş ayrımındadır.Milliyetçilik-ulusalcılık ayrımı yaratmak isteyenlerin hedefi,Türkiye sevdasında buluşanları yeniden ayrıştırabilmektir.

Buna göre milliyetçilik ve ulusalcılık için, ayrı içerik taşıyan birbiriyle çelişen kavramlardır demek emperyalizmin yeni oyununa hizmet etmektir.dur.Diğer bir ifadeyle Batı emperyalizmle bağını koparmayanların yeni maskesidir.Bu iki kavramı ayrı değerler olarak nitelemek Türkiye karşıtlığıdır,emperyalizm yandaşlığıdır.Geçmişte sağ ve sol saflaşmasına göre gençleri sokaklara dökenler, aynı silahla iki cepheden kurban seçiyordu.Tetiğin arkasındaki aktör , bugünde aynıdır ve yine sahnedir.Değişen sadece yöntem ve tetikçilerdir.

Unutulmamalıdır ki, doğru ve yeterince içi doldurulmamış kavramlar,etiketler ve şablonlar ayrıştırıcıdır, öz ise birleştirici.

Milliyetçilik ve ulusalcılık kavramlarını kullananların kimlikleri üzerinden yapılan ayrım yanıltıcıdır.Hatta bilerek yeni ayrışmaları körüklemektir.Soruna sonuçlar üzerinden değil,nedenler ve öz açısından yaklaşılmalıdır.Bugün için ister milliyetçilik isterse ulusalcılık kavramını kullanmayı tercih edin, esas olan özde neye dayandığınızdır.Milli devletinizi koruyamıyorsanız,bağımsızlığınızı ortadan kaldıran iç ve dış sömürücü güçlere direnemiyorsanız kısacası emperyalizmi ağzınıza almaya bile cesaret edemiyorsanız kendinize milliyetçi veya ulusalcı demenizin hiçbir anlamı yoktur.

2007 yılı Türkiye’nin önündeki 10 yılın en uzun ve en çok olumsuzluğun yüklendiği yıldır.

Bu yılın yaşatacağı seçimler ,teknik bir tercihi değil, var olup olmamanın ayrımını içermektedir.

Özellikle son 10 yıldır verilen mücadele ve sarf edilen emeğe karşı yaratılan milli duyarlılık ve buna bağlı olarak oluşan dip dalgası, 2007 yılını çok iyi değerlendirmek zorundadır.

Dağınıklığı aşması aynı kovanda buluşması ve bu güne değin oluşturduğu yeni toplumsal dili ,mutlaka siyasal dile dönüştürmelidir.Bu yeni siyasal dilin ve birikimin sağladığı enerji, mutlaka TBMM’de milli bir damarı yaratmalıdır.

Şayet bu milli damar yaratılırsa ; bu güne değin siyaset kurumunun söylemeye cesaret edemediğini haykıracak,her şeyhi adıyla çağıracak,emperyalizme emperyalizm diyecek,Türkiye’yi AB ve ABD boyunduruğundan koparacak ve bağımsızlık bizim karakterimizdir diyecektir.

KAYNAK:Jeopolitik Dergisi






Antalya’da Coca Cola’ya Açılan Tüketici Davası

6 03 2007

Antalya Tüketici Mahkemesi’nde, Noel Baba Barış Konseyi Başkanı Muammer KARABULUT veTüketici Haklarını Koruma Derneği Başkanı Ali Ulvi BÜYÜKNOHUTÇU’nun kendi adlarına Coco Cola’nın “üretimini durdurması ve satışının engellenmesi” istemiyle açtıkları dava devam ediyor.

2. kez 28 Şubat 2007 günü yapılan oturum sonucunda; dava 19 Mart 2007 gününe ertelendi.

Davaya ilişkin Coca Cola adına yapılan savunmada,

“Coca-Cola ürününün emsalleri içerisinde dünya genelinde en çok tüketilen ürün olmasını sağlayan, ürünün ayırıcı lezzet ve kalitesi esasen Coca-Cola Özütü müvekkil firma tarafından kullanılmaya başlandığından beri, 100 yılı aşkın bir süredir sır olarak saklanmış, dünyanın hiçbir yerinde hiç kimseye açıklanmamıştır. Bu nitelikteki bir ticari bilginin Ticari Sır niteliğinde olduğu dünya kamuoyu tarafından da tartışmasız olarak kabul”

edildiği belirtildi…

Diğer taraftan açıklama yapan KARABULUT,

4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun amaç başlıklı 1.maddesi gayet açık. İlgili kanun kapsamında yani Türk gıda Kodeksinin emredici hükümleri gereğince de gıda ürünlerinin etiketlerinde içeriklerinin yer alması zorunluluktur. Davanın özü de bundan ibarettir…

Bu nedenle Coca-Cola’nın Ticari Sır dediği söz konusu içeceklerde kullanılan ve savunmalarında “Coca-Cola Özütü Gıda Aromalarının bir karışımdır”, derken, o aromanın ve karışımın ne olduğu açıklamak zorundalar. Tüketici, Coca-Cola’nın içerisinde ne olduğunu bilerek tüketsin”

dedi…

Ayrıca, KARABULUT

“Coca-Cola’nın sırı dünya kamuoyu tarafından tartışmasız olarak kabul edilmiştir açıklaması, tüketiciyi ciddiye almadığından dolayı büyük talihsizliktir. Böyle bir davanın açılmış olması, bu iddianın tartışmasız olarak kabul edilmediğinin zaten bir kanıtıdır. Dünya insanlarının sağlığı, dünya içeceği olan Coca-Cola’nın ticari sırından çok daha önceliklidir. Türk tüketici haklarını koruyan kanununa karşı, açıkça dikta edilerek ifade edilen bir ukalalığın, mahkeme tarafından görmezlikten gelineceğini düşünmek bile istemediğini…”

açıkladı…





“Kürdistan”‘ı Kurmanın Dayanılmaz Cazibesi

6 02 2007

Biz kurduk. Kendi ellerimizle. Bize kurdurdular. Biz besledik, aydınlattık, harçlıklarını biz kazandırdık.

Peşmergeler, Kuzey Irak’a yapılan sınır ötesi operasyonlarda tıkama görevi bile yaptılar bir zamanlar bizim namı hesabımıza. Biz teröristleri kovalardık, onlar da kaçış istikametlerine tıkama yaparlardı.

Yersek.

Yedik ve hala yemeye devam ediyoruz.

Hiçbir operasyonda bizden kaçanların peşmergeler ile çatıştığını veya zayiat verdiğini görmedik, duyduk. Kendi beyanlarından, o kadar.

Biz yine de yedik.

O zaman ne kadar iyi tıkama yaptıklarını, bu gün sayıları binlerle ifade edilen PKK mevcudiyetinden anlıyoruz.

Ovacık yerine Habur sınır kapısını açtık, zengin oldular.

Gözlerinin önünü aydınlatan elektriği biz verdik. Kendi milletimizin ödediğinin yarı fiyatına hem de.

Zıkkımlandıkları her domatesi, ekmek yaptıkları unu biz verdik.

Binalarını yollarını biz yaptık, hava alanları inşa ettik onlar için.

Yüz yirmi tane Türk(?) inşaat firması orada hala çalışıyor.

İçtikleri suyun her damlasını, oluk oluk akıttıkları Türkmen kanını görmeksizin biz verdik.

Yaşam alanında tuvalet kültürü bile olmayan bir aşiret ağası, Türk pasaportu ile uçtu dünyanın her yerine, adam yerine konularak.

Saddam’dan kaçtıkları zaman biz kucak açtık. Yemek verdik, yatacak yer ve her ne kadar kullanmayı bilmeseler de tuvalet verdik onlara en insanî ihtiyaçlarını karşılasınlar diye.

Şimdi bize meydan okuyorlar.

Polis timlerimizi katlettiler, askerlerimizin başına geçirilen çuval için yardım ve yataklık ettiler.

Tüm dünya, bu olayların yaşandığı günün sabahına uyandığında, Zaho, Erbil, Dohuk’ta, yaşatılan tüm bu aşağılanmalara cevap vermek üzere Türk ordusunu görmediği için, bu gün aşiret ağası meydan okuyor.

Memleketin orta yerinde yanan kandillerini söndürüp, seslerini kesmediğimiz için bu gün aşiret ağasının yanaşmaları Türkiye’de Türkiye’ye meydan okuyor.

Peki, biz bütün bunları yaparken ve esas yapmamız gerekenleri yapmazken Amerikanın veya başka ülkelerin bölge üzerinde ne tür hesapları olduğunu, dünya petrol piyasasını ve petrol sağlayan ülkelerin gelecekteki muhtemel politikalarını, “A”, “B”, “C”, “D” hatta “Z” senaryolarını ve bu senaryolara uygun ulusal politikaların neler olması gerektiğini hesapladık mı?

Veya yönetenlerimizin bu tür bir yetkinliği var mı?

Bin kere söyledik yine söyleyelim. Bu Kürdistan bu adamlara lâzım kardeşim. Kürtlerin bağımsızlığı, ezilmişliği, yaşayacakları demokratik ve özgür hayat Amerikanın umurunda bile değil.

1) Suriye, İran, Irak, Türkiye, Rusya beşgeninde sadece Amerikan çıkarlarına hizmet edecek bir tampon bölge olduğu için.

2) Büyük İsrail hayallerinin en önemli adımı olacağı için.

3) Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Rusya’nın İran ile muhtemel bir yakınlaşmasını önleyerek halen üçte birini aldığı Basra petrolleri üzerindeki payını korumak veya daha pahalıya mal olmasının önüne geçmek için.

4) Kıbrıs’ın tamamına sahip olma hayalleri güden AB karşısında, Basra körfezi ve Doğu Akdeniz üzerinde söz sahibi olma serbestîsini kaybetmemek için.

5) Gelecekte dünyanın en büyük sorunu olacak olan su ve diğer doğal kaynakların paylaşımı ile ilgili söz sahibi olabilmek ve bu sözün teminatı olması için suyun en fazla bulunduğu yerde caydırıcı güç sahibi olabilmek için.

6) Petrolün maliyet fiyatının, diğer alternatif enerji kaynaklarına göre ucuzluğuna ve üretiminin kolaylığına rağmen, bir gün kaçınılmaz olan alternatif enerji kaynaklarına yönelindiği zaman, dünyanın en zengin ve en kritik maden yataklarının olduğu bölgede güç sahibi olabilmek için.

Şu andaki petrol kaynağı olan Suudi petrollerine ve Chavez’in Venezüella’sına karşı yeni bir petrol sağlayıcısı alternatifi yaratabilmek için.

Bundan sonra BOP adına yapılacak yeni demokrasi taşıma savaşlarının en merkezi üs bölgesi olarak Irak’ı rahatça kullanabilmek için ve daha sayılabilecek birçok sebepten dolayı BU ADAMLARIN IRAKIN BÖLÜNMESİNE VE BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN’A İHTİYAÇLARI VARDIR.

Ve en önemlisi; bizim üretimden veya ihracattan kazanmaya çalıştığımız hazine gelirini, savaş endüstrisinden temin etmek için bu savaşlara ihtiyaçları vardır.

1991 yılında yapılan körfez savaşının bilânçosu, Amerikan hesaplarına 11 milyar doları petrol gelirinden ve 49 milyar doları da silâh ve savaş endüstrisinden olmak üzere 60 milyar dolar kazanç olarak geçmiştir.

Biz ise bir daha asla dışarı çıkaramayacağımız çekiç güç için üs bölgesi haline getirdiğimiz ülkemizden kalkan amerikan helikopterlerinin, Kuzey Irak’ta buluna PKK kamplarına attıkları yardım paketlerini, o yıldan sonra yakalanan veya ele geçen teröristlerin üzerinden daha bir sıklıkla çıkmaya başlayan M–16 piyade tüfeklerini, operasyon bölgesinin orta yerinde uçan CH–47 helikopterlerini ve daha sonra sır olup kaybolan terörist grupları konuşup küfürler etmeye devam ettik.

Biz en azından küfredebiliyorduk. Ya bu durumun müsebbipleri?

Şimdi ise artık hedeflerine ulaşma yolunda son düzlüğü koşan Amerikalılar ve onların taşeronları için Her şey biraz daha kolaylaşmıştır. Bir zamanlar konuşulması bile vatana ihanet sayılabilecek şeyler artık televizyon kanallarında referandumlara sunulmaya başlamıştır.

Amerika’nın Irak’ı üç parçaya bölerek bağımsız Kürdistan’ı himayesi altına alması bölgede devamını plânladığı savaş senaryoları için yeterli bahaneyi oluşturacaktır. Bu sırada Kürdistan için en büyük engel olarak görülen Türkiye’nin bu sinirleri alınmış ruh hali, içerde çıkması muhtemel bir dizi bölücü, ayrılıkçı ayaklanmanın bir ayrışmaya yol açması ihtimalindense, bağımsız Kürdistan’a razı olması için yeterli kamuoyunu oluşturacaktır.

Hesap bunun üzerine kurulmuştur ve bu süreç, devamında sınırlarımız içinde bir ayrışmanın tetikleyicisi olabilme serbestîsini elinde bulunduran ABD destekli Kürdistan’ın, bu tür bir politika izlememesi için istedikleri her tavizin Türkiye tarafından verilmesi keyfiyetini doğuracaktır.

Bu tavizlerin sadece sınırlarımız dışında ki Kürt varlığı ile ilgili olacağını düşünmek ise saflıktan veya cahillikten de öte ahmaklıktan başka bir şey değildir.

Bunun sinyallerini, sesleri kulaklarımızı tırmalayan hainlerin daha şimdiden dillendirmeye başladıkları imtiyaz taleplerinden anlamak hiçte zor değildir. Vakıflar yasasının değişikliğe uğramadan önceki haliyle geçmesi için yapılan talepler, yerel yönetimler yasası gibi doğrudan bölünmeyi getirecek düzenlemeler, en son çıkarılan petrol yasası, kamunun ileride sergilemesi muhtemel direncin maddî dayanaklarını yok etmek için eşi benzeri olmayan düzenlemelerdir.

Geleceğe yönelik tedbirler sadece bunlarla da bitmemektedir. Yapılan özelleştirmeler ve yabancı firmalara tanınan akıl almaz ayrıcalıklar sayesinde ülke genelinde, toplam yüz ölçümün yedide biri oranında bir alanda maden arama veya işletme ruhsatı yabancı firmalara verilmiştir.

Bankaları ve diğer büyük işletmeleri saymaya gerek yok dilimizde tüy bitti zira. Ülkeler para ile savaşırlar, varlıklarını kendi öz sermayelerinin sağladığı gelirle korurlar. Asker maaş almadan savaşır, ama aç iken savaşamaz. Gece görüş sistemlerini, dost düşman ayırma sistemlerini üretmediğiniz, bilgi sağlayan uydulara sahip olmadığınız, daha kötüsü bunları sağlamak için tek kaynağa bağımlı olduğunuz uçakları uçuramaz onlarla savaşamazsınız.

İşte aslında gün be gün verilen tavizlerle sabırla beklenen şey bu savunma refleksinin tamamen yok olmasıdır. Sonrası malûm, biz bu filmi bütün Türk tarihi boyunca birkaç kez görmüştük.

Bizim zevat hala milleti uyutadursun, elin aşiret ağasının yani Talabani’nin partisi olan KYB’nin sözde Ankara Temsilcisi Behruz Galali bile aynen şunu demektedir;

“Politikacılarımız biliyor ki şu anda bu hale gelmedik. Diyelim yarın devlet olduk; Türkiye, İran, Irak, Suriye sınırı kapatır. Sonra biz ne oluruz, nasıl yaşarız. Türkiye’nin buna destek vermesi lâzım. Devlet sadece isim demek değil. Devlet ekonomi, siyaset, dış ilişkilerle ilgilidir. Ama tekrar ediyorum, imkânım olsa yarın devletimi kurarım.”

Bu manzaraya baktıktan sonra “Irak’ın bütünlüğü bizim için önemlidir” türünden diplomatik efelenmelerin sadece sözde kalmaması gerektiğini, bunların izlenecek olan “MİLLİ DEVLET POLİKALARI” ile de desteklenmesi gerektiğini, aksi halde boş lâftan veya ikrardan başka bir rol oynamayacağını söylersek, kesinlikle yanılmış olmayız.

Kürdistan’ı kurmanın dayanılmaz cazibesine kapılmış olan sözüm ona stratejik dost ve müttefiklerimize karşı, vatanını ve milli çıkarlarını savunmanın vazgeçilmez ağırlığı ve mecburiyeti ile hareket etmek, buna göre politikalar üretmek gereklidir. Aksi ancak başkalarının çıkarlarına hizmet olarak tanımlanabilir.

Bizi yönetenlerin politik bakışlarını “Türkiye’yi cazibe merkezi haline getirmek” takıntısından kurtarıp, lâyık olduğu biçimde “DÜNYANIN SİKLET MERKEZİ HALİNE GETİRMEK” olarak değiştirmeleri gerekir.

Çünkü her fırsatta atıf yaptıkları ve belki de öykündükleri Osmanlı dâhil tarihteki tüm Türk devletleri ve devlet adamları, yıkılış dönemlerindeki istisnalar hariç daima bu açından bakmışlar ve politikalarını buna göre oluşturmuşlardır.

Eğer bu şekilde devam edersek; Türkiye dünyanın sıklet merkezi değil, olsa olsa Amerikan askeri harekâtlarının sıklet merkezi olacaktır.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN”

OKTAY YILDIRIM
06-02-2007





Petrol Kurnazlıkları

6 02 2007

GÜNEY KIBRIS Rum Yönetimi’nin deniz altındaki petrol konusunu kurcalamaktan
vazgeçmemiş olması ilginçtir.

Türkiye ile Ada arasındaki alanı da kapsayan böyle bir konuda neler
yaptıkları birkaç gündür bizim gazetelere de yansıyor.

O alanı 12’ye bölüp arama ve işletme imtiyazları için neredeyse uluslararası
ihaleler açarak başka devletleri bu işe bulaştırma niyetleri açıkça
anlaşılmakta.
Şimdiden Mısır ve Lübnan gibi ülkelerle bu konuya ilişkin
anlaşmalar yapma peşindeler. AB’yi de arkalarına alıp davalarını
güçlendirirken Türkiye’yi de zor duruma sokmayı düşündükleri belli.

Ankara, bu tür çabaları daha önce protesto etmiş, anlaşmaları tanımayacağını
bildirmiş ve heveslenen öbür ülkeleri uyarmıştı.

Bu kez, KKTC Cumhurbaşkanı
Talat da öyle yaptı, ama pek aldırış eden olmadı.

*”Yoksunuz, sizi tanımıyoruz”* dercesine.

Bu durum, son günlerde *”tam bağımsızlık”* girişimlerine kalkışmış olanlar
için bir ders olmuştur herhalde.
Türkiye’yi arkalarına almadan yaptıkları
işlerde ne ölçüde başarılı olabildikleri ortaya çıkmıştır.

Yalnız, onlardan daha fazla dikkat isteyen bir sorun var şimdi.

Böyle durumlarda hep ortaya çıkan “koruyucu melekler” olur.

Şimdi bu role eski Rum Dışişleri Bakanı Rolandis soyunuyor. Reşat Akar’la konuşurken *”baştan çıkarıcı”* bir şeyler söylemeye çalışmış:

“Kıbrıs’ın maden zenginliği üzerinde Türklerin de hakkı vardır”

diyor. Elde edilecek petrol kazançlarından Türklere verilecek pay için bir “koşullu
hesap” açılmalıymış.
Türkler bu parayı, daha önceden saptanacak uzunca
bir sürenin sonunda ya da Kıbrıs sorunu çözülünce çekebileceklermiş.

“Hangisi erken olursa”

diye eklemiş.

Böylece, Kıbrıs sorununun çözümünü de teşvik etmiş olacağını düşünüyor.

Öyle anlaşılıyor ki, bu konuda oyun üstüne oyunun oynanacağı bir döneme
girilmektedir.

Türkiye’ye düşen, bu oyunlara şimdiye kadar olduğundan daha sert biçimde
karşı çıkmak ve örneğin söz konusu petrol alanlarında bir şeyler yapılmaya
kalkışılırsa, olup bittilere karşı denizde kuvvet kullanacağını şimdiden
açıklamaktır.

Ne yazık ki, bugünün uluslararası hukuk düzeninde *”hak”* kın
arkasına *”kuvvet”* koymadan başarılı olunmuyor.

Herhangi bir konuda hiç hakkı olmayanların bile yalnız kuvvet kullanarak hak
sahibi olmaya yeltendikleri bir dünyada Türkiye’nin böyle durumlarda askeri
gücünü devreye sokmaktan çekinmemesi gerekir. O güç, bu durumlar için vardır
ve Silahlı Kuvvetleri için ne gerekiyorsa vermekten kaçınmayan Türk halkının
ordusundan beklediği de budur.

Başka türlüsü bugünün dünyasına pek anlatılamıyor.

http://www.acikistihbarat.com




ŞAŞIRTAN İFADELER

6 02 2007

Bu ülkede her dönemde bizi zorda bırakacak bir yönetici kitlesi mutlaka varolmuştur.

Kimi eline fırsat geçirip ülkeyi soymuş veya soydurtmuştur. Kimi kişisel hırs nedeni ile siyasi çözüm ve süreçleri göz göre göre tıkayıp bu ülkenin başını belaya sokmuştur. Kimi asker gölgesini fırsat bilip hakim güçler üzerinden hiç umulmadık şekilde çıkarlar sağlamıştır. Daha değişik şekillerde karşılaştığımız bu tür niteliksiz yöneticiler maalesef vatandaşını yani yönettiği kitleyi de hiç dikkate almamış, kendi bildiklerini okuyarak keyfi davranarak ülkeyi kendi çiftlikleri gibi idare etmişlerdir.

Bu tür yöneticiler şahsi çıkarlarını, ülke ve insanımızın çıkarları üzerinde gördüklerinden sorunlarla gerektiği gibi ilgilenmemişler ve öngörü sahibi olmadıkları için kendi dönemlerini üstünkörü, göstermelik tedbirlerle atlatmaya çalışmışlardır. Bu yaklaşımla bırakın meselelerimizi çözmeyi nerede ise tüm sorunlarımızı daha da içinden çıkılmaz bir duruma sokmuşlardır.

İçinde olduğumuz dönemin de geçmişten farkı yoktur. Devlet kademesinde ki uyumsuzluk ve çatlak durumun ortaya çıkardığı zayıflıktan da istifade ile bir kısım sorunların çözümünde artık inisiyatif de tamamı ile kaybedilmek üzeredir.

Devlet denen gücün iradesini tek yumruk olarak kullanma açısından şu an içinde bulunduğumuz sıkıntılı durum yetmiyormuş gibi, senelerce bu ülkeye hizmet etmiş, daha doğrusu hizmet ettiğini zannettiğimiz birinin çıkıp bölücülerin fırsat kolladığı bir ortamda eyalet sistemini ortaya atması ülkesini tanıyan birçok vatandaşımızı hayretler içinde bırakmıştır.

Uygun koşularda faydası olabilecek bu sistemi kendi ülkemiz açısından sorgulamayı şimdilik bir kenara koyalım. Böyle bir şeyin ortaya atıldığı zamana bakın. Bir yandan Barzani bağırıyor

“Türkiye’de ki Kürtler kendi çözümünü bulmalı, hem de siyasi olarak”

diye. Diğer yandan teröristler bağırıyor

“Kimliğimizi tanıyan ayrıcalıklar isteriz”

diye. Ve tam bu sırada bir gafil, çıkıyor ve eyalet sisteminden bahsediyor. Sanki bir yerlere hizmet etmek ya da bir yerlere cesaret vermek istiyormuş gibi.

Şimdi size sormak gerekmez mi?

Madem böyle güzel ve sivri düşünceleriniz vardı. Yıllardır bu ülkede değil miydiniz?

Bu kadar şehit verdikten sonra mı aklınıza geldi şu an itibarı ile bölücülüğe çanak tutan bu yaklaşımlar?

Sizden hesabını sormak gerekmez mi, köklü çözümleri zamanında neden düşünmediniz diye?

Bugünkü söylediklerinizin tam aksine olarak, siz değil misiniz istikrar olsun diye merkezi sisteme ağırlık veren, koalisyonları önlemek için seçim yasasını tek parti saltanatlarına teslim edecek şekilde hazırlatan?

Bakın ülkede sorunların bugün içinden çıkılmaz noktaya gelmesinde sizlerin kısır yaklaşımlarının çok önemli payı bulunmaktadır.

En önemlisi de sorunların çözümünde ülke adına kararlı bir duruş göstermek yerine geçmişte de bazı kesimleri tatmin etmeye yönelik benzeri söylem ve uygulamalarınız bugün ülkeyi bölünme noktasına getirmiş, din kökenli siyaseti iktidara taşımış, ülkede ve bölgede ABD hakimiyetini arttırmıştır.

Yani neyi önlemek gerekiyorsa sayenizde hepsinin tersi gerçekleşmiştir.

Bölücü söylemlerin siyasete dönüştürülmeye çalışıldığı bir ortamda, sizin söylemlerinizi bölücülerin nasıl sıcak karşıladığını da dikkate alırsak, neye hizmet ettiğiniz ne yaptığınız açıkça ortadadır.

Geçmiş sıfatlarınızı ve özellikle asker sıfatınızı düşündüğümüz de bölücülere çanak tutan bu sorumsuz yaklaşımınız geçmiş mücadelerimizi boşa çıkaran, şehitlerimizin kemiklerini sızlatan ve TÜRKİYE için riski arttıran TALİHSİZ ve ZAMANSIZ bir açıklama olarak tarihteki yerini alacaktır.